VnexTR: Bilişim Forumu

Tam Versiyon: Rüya Hırsızı Hikayesi
Şu anda arşiv modunu görüntülemektesiniz. Tam versiyonu görüntülemek için buraya tıklayınız.
Buz Cadısı, kalesinde uyumaz. Her yerde de uyuyabilir, bazı yerlerde de, hiçbir yerde de. Bazen aynı anda hepsinde birden de.Bedenini şimdilik koymayı seçtiği devasa mekâna birkaç bin kale birden sığabilir. Bu mekânda Gerçek Buz'dan bir deniz, yeraltının bir ufkundan öbür ufkuna uzanıyor. Bunlar yüzeydeki dünyanın çalkantılı ufuklarına benzemiyorlar. Fakat bambaşka bir deliliğin çok ama çok yakınındalar.Lissandra burayı sık sık ziyaret ediyor ve daima tek başına geliyor. Ama asla yalnız olmuyor.Bazıları onlara canavar dedi. Bazıları da ilah. Adları ne olursa olsun, buzdan örtünün altında uykuya yatmış muazzam gölgeler sadece rüya görebiliyor. Lissandra vazifesine büyük bir bağlılıkla onları yoklamaya geliyor. Yataklarının rahat olup olmadığını kontrol ediyor.Gözcüler uyanmamalı.Lissandra gözlerini çok uzun zaman önce yitirdi. Uyuyan Gözcülerin siluetleri üzerinde zihnini gezdiriyor. Gördükleri kanını öyle bir donduruyor ki etin kemiğin varlığını bile unutturuyor. Bu yüzden artık tenine buz değdiğinde üşümüyor.Buraya indiğinde körlüğüne şükrediyor. Varlıklarını hissetmek bile dehşet verici. Hele de rüyalarında gezinmek. Bu dünyaya neler yapmayı arzuladıklarını bilmek.Bu yüzden de onları rüyalarından uyandırmamak zorunda.İçlerinden biri kımıldanmaya başladı. Lissandra bunu bir önceki yeniayda sezmiş, boş bir umut olduğunu bile bile onun kendi kendine yatışacağını ummuştu. Ama cehennemi bilinci gitgide daha da huzursuzlanıyor, kıvranıp diğerlerine de dokunmaya başlıyor.Başlığını çıkarıyor. Üzerinden sıyırdığı törensel giysileri ayaklarının dibine yığılıyor. Önündeki donuk boşlukta sessizce yürümeye başlıyor.Lissandra parmaklarını açıp buza dayıyor. Saçları yüzüne dökülüyor, çağların yüzünde bıraktığı kırışıkları ve harap haldeki göz oyuklarının boşluğunu gizliyor. Rüyalarda yürümenin, bu acımasız topraklarda aşılması imkânsız mesafeleri bir anda geçmenin, her gün şafak sökmeden önce ülkeyi baştan başa yüz defa kat etmenin sırrını uzun zaman önce öğrendi. Bazen maddi bedenini nerede bıraktığını unutuyor.Şimdi zihni buzdan duvarın altına sızıyor. Gerçek Buz'un kalınlığını düşünüyor bir an. Cam gibi görünen bir şeye bu kadar bel bağlamak katıksız ahmaklık ama başka seçenek de yok.Bariyerin ötesine geçtiğinde karşısına sırf keskin dişlerden ve karanlıktan oluşan, huzursuz bir beklentiyle viyaklayıp duran Gözcü çıkıyor.Bir dağdan daha büyük. Bu ufaklardan biri mi acaba? Lissandra öyle olduğunu umuyor. En büyük olanların, yerçekimini ve zamanı bile soğurup tüketebilir gibi görünenlerin, sadece dünyaları değil bütün bir gerçeklik boyutunu olduğu gibi yiyebilenlerin savunmalarını aşmaya hiç cesaret edemedi. Onlar Lissandra'ya kendini tipide bir toz zerresi kadar ufak ve önemsiz hissettiriyor.Karşısındaki devasa ve dehşet verici varlığa odaklanıyor.Rüyası onun rüyası oluyor.Rüya âleminde onu başka bir Lissandra bekliyor. Bu ebedi varlık kara bir güneşin arkasından yükseliyor. Saçları göğe tutam tutam uçuşuyor, gözleri sapasağlam ve billur gibi bir mavi, dünyanın son şafağının semavi enerjileriyle parlıyor.Bu Lissandra çok güzel. Bu Lissandra bir ilahe. Güneşi zorbela aşağı bastırmaya, ufkun altına sokmaya çalışıyor.Alev alev yanan kara küre ona karşı koyuyor, yeniden yükselmeye çalışıyor. İlahenin parmaklarını yakıyor.Lissandra, donuk küllerle kaplı dağların üzerine düşen uzun na-gölgeler görüyor. Bu topraklar, Freljord'un yaşamsız ve sihirsiz bir taklidi, onunla edilen bir alay.Yaşam. En önemli şey yaşam. Freljord'un, Lissandra'nın bir zamanlar yeraltındaki canavarlara kurban ettiği bu buzlarla kaplı ülkenin canlı ruhları. Uyanmakta olan Gözcü'yü kendi karanlık düşüncelerinden olabildiğince şefkatle ayırıyor ve onu başkalarının rüyalarıyla yatıştırmaya çalışıyor. 

  Kabile üç kampa ayrılmış. Buzdoğan savaş anası böyle buyurmuş çünkü. Hangi çadırda uyuduğu belli olmazsa suikastçılar onu kolay kolay avlayamazmış.Buzulların üzerine, yıldızların altına yerleşmiş olan rahip don bağlamış bir kaya çıkıntısında, tabaklanmış elnük derisine gözlemlerini yazıyor mum ışığında. Eli ustaca, gösterişli hareketlerle işliyor. Notlarını her gece Buz Muhafızı Kalesi'ne göndermeli.Güç acaba boş evhamları gizler mi diye düşünüyor. Acaba...Nefesinin buharını görünce tek başına olmadığını fark ediyor. Utançtan boğazı düğümleniyor. Görev bilinciyle, Üç Kız Kardeşlerin en yücesi olan Lissandra'yı onurlandırmak için bir kumaş şeridine uzanıyor. Ettiği yeminlerden sonra ancak Lissandra'nın bakışları yüreğini böyle dondurabilir.“Gözlerini bağlama,” diyor Lissandra gecenin gölgeleri arasından çıkarak. Sesi sakin ve soğuk.“Bağışlayın beni,” diyor rahip. “Geç kaldım. Raporlarım...”“Sözlerinin peşinde değilim. Rüya görüyorsun. Şimdi beni dinlemen lazım. Buzu dinlemen lazım.”Buz Rahibi'nin gözleri, duydukları karşısında irileşiyor. Buz acıkmış.Hayır hayır, buz değil. Buzun... altındaki bir şey galiba?“Bu ne demek?” diye soruyor ama Lissandra gitmiş bile.Rahip uyanıyor. Rüyası aklına takılıyor. Körü körüne hizmet etmeye, donmaya ve kanını dökmeye ant içti. Kumaş şeride uzanıp gözlerini bağlıyor.Şafak sökmeden, savaş anasıyla onun üç kampından kilometrelerce uzaklaşıyor.Lissandra ise başka birinin rüyasına süzülüyor. 

  Yedi buz atmacası, teleklerindeki kırağıyı silkeleyerek mavi bir gökyüzüne havalanıyor. Aşınarak yuvarlanmış gri taşlardan oluşan ve denizin sığlarına dalan bir sahilin üzerinde diş gibi sivri, kasvetli bir dağ yükseliyor.Adını kendisinden başka kimsenin hatırlamadığı küçük kız tek başına yürüyor.Bir yengeci eline alıyor. Yengeç siyah, başının üzerinde sağa sola dönen karemsi gözleri var. Kız yengeci dikkatle tutuyor. Hayvanın bacakları avcunu gıdıklıyor.Başını kaldırınca, neredeyse donmuş gelgitin kıyıya taşıdığı bir buz parçası görüyor karanlık suda. Buz parçası kayalık kıyıya vurup erimeye başlıyor. Milim milim yok olurken ortasında buzdan bir kovuğa kıvrılmış bir kadın, kıştan doğmuş bir kadın beliriyor.Kız yengeci düşürüyor.Lissandra'nın kıyıda kırılan dalgaların arasından öyle bir çıkışı var ki, sanki bir...“CADI!” diye feryat ediyor küçük kız. Ağzından bir kar fırtınası, yakıcı bir soğuk püskürüyor.Cadı yok oluyor, geride sadece tipi şeklinde ağlayan küçük kız kalıyor.Kız sönmekte olan bir ateşin başında irkilerek uyanıyor. Çevresinde uyuyan başka çocuklar var. Bunlar, Freljord'un kanla kızıla boyanan karları üzerinde kimsesiz kalmış çocuklar. Başlarında, sert ve aksi görünümlü bir kadın nöbet tutuyor. Sırtına bir balta bağlı. Çocukların hepsi, bu kadının onlar için canını vereceğini biliyor.Ateşte patlayan bir kor, kızın ayaklarının dibindeki partal kürklerin üstüne düşüyor.Kız parmağını kora değdiriyor. Kor bir anda donup kaskatı kesiliyor.Çoktan başka bir rüyaya geçmiş olan Lissandra, gözünün bu çocuğun üstünde olması gerektiğini biliyor. Buzdoğan çünkü. Belki çıkacak savaşta kullanabileceği yeni bir silah.Belki de yeni bir düşman. 

  Dağların yüksek bir rakımında çöküp kalmış olan bu zavallı yolcunun hakkından soğuk gelmemiş.Kendi cehaletinin kurbanı olmuş.Talihsiz adam küçük bir mağaraya büzülmüş. Alçak sesle mırıldanıyor çünkü artık kendini teselli etmek için gençliğinin şarkılarını söyleyemiyor. Buz gibi havayı içine çekmeye dayanamıyor. Kırağıdan ve donmuş sümükten beyazlamış sakalı yüzünden, morarıp çatlamış dudaklarını açmak canını acıtıyor. Ne bacaklarını hissedebiliyor ne de ellerini. Artık titremiyor. Artık kurtulamaz.Teslim olmuş. Soğuk, kalbine yayılacak ve işi o saat bitecek.Sonu böyle gelsin istemezdi. Ama ısındığını hissediyor. Özgür olduğunu hissediyor.“Güzel ülkelere! Güneş ışığına!” Şarkının sözleri beyninin içinde sönük sönük döneniyor. Önünde kar ve buz yerine yeşil çayırlar uzanıyor. Saçlarının arasından geçen yaz meltemini hissedebiliyor.Lissandra küçük mağaranın arka tarafından adama yaklaşıyor. El ve ayak parmaklarından doğru yavaş yavaş yayılan ölümü görebiliyor. Bir daha uyanmayacak. Bu son rüyası olacak.Elini adamın omzuna koyuyor. Kimse son anlarında yalnız kalmamalı.“Halkın seni bekliyor arkadaşım,” diye fısıldıyor. “Çimenlere uzan. Sen dinlenirken başında ben dururum.”Adam başını kaldırıp ona bakıyor. Gülümseyip başıyla onaylıyor. Daha genç görünüyor.Sonra gözlerini kapıyor, dalıp gidiyor.Lissandra adamın rüyası sönene dek rüyanın sınırında bekliyor. 

  Savaş naraları ve ölüm feryatları Lissandra'yı güneye çekiyor. Rüzgârda kanın ve ateşin kokusunu, öfkeli çeliğin keskin tadını duyumsayabiliyor. Burada buzlar eridiği için çimler büyüyebiliyor. Yemyeşil sayılmaz ama çoğu Freljord kabilesinin görüp göreceği, çayıra en benzer yer burası.Rüya dönüp çarpılıyor. Dizleri olsa dizlerinin bağının çözüldüğünü hissedecekti. Yanan bir kulübenin hâlâ ayakta kalabilmiş kalaslarına dayanarak dengesini buluyor.Alevler onu yakmıyor. Gerçek değiller.Üzerine bir gölge düşüyor.“Bu günü ne zamandır bekliyordum cadı!”İlginçtir ki karşısında Avarosalardan biri var. İri yarı, ayı gibi, kızıl saçlı bir adam. Kasılmış boynunun damarları fırlamış. Çentikli bir kılıcı başının üstüne kaldırıyor. Hayatında asla şahit olamayacağı zaferleri düşlerken gözlerini bariz bir kan dökme hırsı bürümüş.Yine de en büyük düşmanına, onu ikiye bölecek son darbeyi indirmeye hazır.Lissandra başkalarının rüyalarında o kadar çok öldü ki artık sayısını tutamıyor. Her seferinde bir parçasını bir daha asla bulamamak üzere yitiriyor.Hayır. Olmaz. Bu sefer ölmeyecek.Etrafına tabut gibi kapanan, buzdan, devasa pençeleri kendine kalkan ediyor. Savaşçının kılıcı buzun yüzeyine bir çizik bile atamıyor. Sendeleyerek geriliyor. Bir başkaldırı narasıyla...Bırak uyansın, bırak kendisinin Buz Cadısı'nı defeden kahraman olduğuna inansın. Alt tarafı rüyaydı. Avarosa kabileleri, tıpkı ismini taşıdıkları kalleş cadaloz gibi yere çalınacak.Lissandra'nın başında çok daha büyük dertler var zaten. 

  Fırtınanın gözünün en kuvvetli olduğu yer Freljord.Şiddetli rüzgârlar haykırıyor. Şimşekler çakıyor. Kar taneleri bile can acıtıp kanatabiliyor.Lissandra bu element tufanını dünyada estirmekte olan ruh gezginini buluyor. Girdiği trans, tıpkı bir rüya gibi iki dünya arasında köprü. Bu fırtına bir dua, Ursin'in yarı ilah efendisine doğrudan seslenmesini sağlayan bir yöntem.Lissandra'nın tüküresi geliyor. O nefretlik yaratık, ne kadar uğraşsa da Freljord'dan kazıyamadığı birkaç hatıradan biri.Şamana birkaç kere yıldırım çarpıyor. Ağzı uzuyor, dişlerle dolu bir çeneye dönüşüyor. Tırnakları kararıp pençe oluyor. Artık ne insan ne de ayı. Tamamen başka bir yaratık. Bundan sonra hayatı hep rüyada gibi geçecek. Uyku olmayacak. Neşe olmayacak. Sadece fırtına olacak. Lissandra yavaş yavaş yaklaşarak, bu kaynaşan deliliğin içinde işine yarayacak bir şeyler arıyor.Sonra şamanın korkutucu bakışları ona dönüyor ve kendisini bizzat Volibear'in bir suretinin karşısında buluyor.Lissandra bir an bile tereddüt etmeden etrafındaki topraktan delici Gerçek Buz kazıklar çıkararak saldırıyor. Yaratığın kollarıyla bacaklarını kıstırmaya, azıcık da olsa yavaşlatmaya...Koyu renk kan, karları lekeliyor. Uzaklardaki tepelerde gök gürlüyor. Sapkın şaman dizlerinin üstüne yığılıyor. Bedeni bir zamanlar sahip olduğu biçimle almaya çalıştığı biçim arasında bir yerlerde çarpılıp kalmış. Aslında Lissandra ona iyilik etmiş sayılır çünkü zihninin çoğu hâlâ kendisine ait.Fırtınanın içinde, pırıl pırıl parlayan başka gözler beliriyor. Bu biçim değiştiriciler eskisi kadar büyük bir tehdit değiller. Onlarla başka zaman savaşabilir.Şimdilik hezeyanları işine yarıyor. 

  Lissandra buzun altındaki Gözcü'nün etrafında ihtiyatla geziniyor. Onların üzerinde, buzun yüzeyinde duran kendi minnacık bedenini görebiliyor. Renksiz, ölü görünümlü teni neredeyse yeni yağmış kar kadar beyaz.Canavar, varlığının belli belirsiz farkında. Ağlayan, cani bir bebeğe benziyor.Gözcülerin rüyaları hiçle dolu.Ve daha da hiçle. Pek çok hiçle. Hiçten dağların çevirdiği hiçten ufuklarla. Onların tepesinde ne mi var? Kapkara hiç bulutlarıyla dolu bir hiç göğü.Lissandra bütün bu hiçin karşısında... var kalabilmek için direniyor.Etrafında sonsuz bir uçurum gitgide genişliyor. Kara güneşin kendi suretini yiyişini seyrediyor. Fakat açgözlü kara güneş ağzını ne kadar doldurursa doldursun yiyebileceği daha çok şey var.Lissandra bir çığlıkla patlıyor, kendisinin milyarlarca siyah zerresine, her biri çığlıklar atan Lissandralara dönüşüyor. Bütün bu hiçle kıyaslanınca, çıkardığı ses bir fısıltı bile değil. Fakat rüyayı temellerine kadar sarsmaya yetiyor...Bilinci neredeyse kapalı olan bedeni, Gerçek Buz duvarın yüzeyine simgeler çiziyor. Bunlar, çoktan sönmüş bir ateşten doğma bir büyünün simgeleri. Kasılarak, bükülerek yazıyor. Can havliyle, sarsılarak, sarsakça hareket ediyor.Bedeninde ruhunun sadece bir kıymığı duruyor.Sonra benliğinin çoğu sel gibi sökün ederek geri dönüyor. Buzun üzerine sulu safra kusuyor, sıvı etrafında donarken o da tortop oluyor.Altındaki kıvranıp duran gölge yine uykuya dalıyor. Lissandra'yı yeme rüyasına biraz daha devam ediyor ve rüya ona türünün arzuladığı tek huzuru vermiş gibi görünüyor.Huzur. Lissandra huzur nedir bilmez. Artık bilmiyor.Giyinip aşınmış basamakları çıkarak dönüş yoluna koyuluyor. Buz Muhafızları onun liderliğini ve rehberliğini bekliyor. Bu dünyada huzur bulamayacak.Çok büyük bir bedel değil bu, yeter ki canavarlar uyumaya devam etsinler.Rüya görsünler.Kemirsinler. 

  Yakıcı soğuk rüzgârlar yetim Buzdoğan'ın yanaklarına öyle bir çarpıyor ki neredeyse kanatacak. Burnu bir saat önce uyuştu zaten... Yoksa iki saat önce mi? Önemi yok. Hiçbir şeyin önemi yok çünkü gözlerini ne zaman kapasa cadıyı görüyor.Asla batmayan güneşin önünde silueti belli olan bu kadın buzdan, kemikten ve kara büyüden bir bineğin tepesinde oturuyor. Üzerinde yeni yağmış kardan, baş döndürücü, görkemli bir elbise var. Gözlerini de örten boynuzlu miğfer, başını yıldızların arasından çıkıyormuş gibi gösteriyor.Çatlamış, kapkara dudaklarından dehşet verici kehanetler dökülüyor.“Reathe, görüyorum seni.”Buz Cadısı, Reathe'in rüyalarında hep böyle abartılı girişlerle boy gösterir.“Karanlık gülümsüyor,” diye devam ediyor cadı, “ve bana diyor ki 'Buz ve ahmaklar, çaresizliğin elinde oyuncak olur.' Yalvarıyorum elime, yumruk olsun diye! Hiç kapanmayan gözü oysun diye! Buzdan bir kazığa taksın diye! Rüzgârın şarkısını duyacak bir tek sonsuz uçurum kalmadan önce...”Reathe'in kirpikleri donup birbirine yapışmış. Şimdi onları birbirinden ayırmaya çalışmak canını yakıyor. Ama ayırmalı. Ne kadar uzun süre yapışık kalırlarsa açmak o kadar zor olacak.Bağırıyor, yanağından aşağı sıcak sıcak kan süzüldüğünü hissediyor. Bir buz parçasına hohlayıp üzerinde yansımasını görene kadar parlatıyor. Gözkapağının kenarı yırtılmış ama çok da kötü değil.Fakat o yansımada, korunaklı mağaranın içinde yalnız olmadığını görüyor.Girişte tir tir titreyen, iğne ipliğe dönmüş bir adam var. Sabahın ilk ışıkları yüzüne mavi bir renk veriyor. Sonra Reathe bu rengin göz yanılgısı olmadığını kavrıyor. Adamın derisi gerçekten de mavi ve şeffaf. Sakat eklemlerini açmaya çalışırmış gibi bitkince ve kesik kesik hareket ediyor.“Çok soğuk,” diyor bu bitkin adam. “Ölümün kıyısındayken öğrendim bunu.”Reathe avuçlarıyla ve topuklarıyla kendini geri geri itip kaçıyor. “Yiyeceğim yok,” diye bağırırken sesinde duyduğu korkudan nefret ediyor. “Sığınacak yer az. Benden alabileceğin bir şey yok.”Adam başını yana eğiyor.“Ben açlıktan çıktım artık. Hiçbir sığınak korumaz beni. Onun buzu gözlerimi bulandırırken bu mağarayı... ve seni gördüm. Yollarımız kesişen ırmaklar gibi. Ölümün kıyısındayken öğrendim bunu.”“Sık sık ölmüşsün galiba.”“Bir kere öldüm, yetti.”“Sen...” Reathe tereddüt ediyor, o an kendinden emin olamıyor. “Sen de mi cadıyı gördün?”“Hayır. Ama ben cadıyı damarlarımda işitiyorum. Her an, bir zamanlar durmuş olan kalbimin her atışında duyuyorum.”Kararmış elini ona uzatıyor.“Bizi bekleyenler var küçük Buzdoğan. Onları bulmamız lazım. Birlikte çok uzun yollar kat etmemiz lazım.”“Bunları da hep ölümün kıyısındayken mi öğrendin?”“Ölüm çok şeyi açığa çıkarır, küçük Buzdoğan.”Reathe yavaş yavaş ayağa kalkıyor. Hareketleri ihtiyatlı. “Sen kimsin?” diye soruyor.“Ben artık kimse değilim. Kendi bedenimin içinde bir yolcuyum sadece. İsmimin üstünü buz örttü. Ama sen istersen bana... Harap de. Ben sana ne diyeyim?”“Darayak boyundan Reathe.”“O zaman gel bakalım Darayakların Buzdoğan Reathe. Diğerleri de buralarda.”Reathe kımıldamıyor. “Peki onlar kim?” 

  Buz Muhafızı Kalesi'nin kuleleri, buzla kaplı manzaranın üstünde yükseliyor. Neredeyse hep gece karanlığı olan gökyüzünde yeşilli, pembeli, mavili, büyülü kuzey ışıkları dans ediyor. Dünyanın bu en soğuk ve temiz havasında, yıldızlar ebediyen parlıyor.Bu gizli kalenin yerini bulmayı pek az kişi biliyor. Ordu toplayıp onu yerle bir etmeye gelecek çok kişi var dünyada. Kaleyi bulabilenlerin ise oradan kendi tercihleriyle ayrıldığı nadir oluyor.Yine de Freljord'un dokusunda açılmış o yaradan, o kayalık dağ geçidinden beş yorgun gölge iniyor.Buz Cadısı'nı arıyorlar. Yüzyıllar boyu pek çok kişinin tanıştığı gibi onlar da Lissandra'yla rüyalarında tanıştı... ama şimdi hepsi içlerinde, en derinlerde farklı bir şey hissediyor.Buzun altındaki bir şeyi hissediyorlar. Karanlık ve boş bir şey bu.Aç.Kemiriyor.